“Her saadet bir zaman sonra zevâle erer.” dedi. “Bâki olan Allah’dır.” Sonra namaza durdu. Sanki İsfahan’da kılacağı sayılı namazlardan birini kılar gibiydi. Namazın hitamında “Kuruntular huzursuzluk verir.” diye söylendi kendi kendine. Oturup çalışmanın, son ana, son nefese kadar hizmet etmenin şart olduğunu bilmeliydi insan. Sızlayan ayaklarıyla geniş odanın öbür köşesindeki oymalı çekmeceyi açtı. Birbirine karışmış kâğıtları desteleyip çıkarttı. Okkasını, divitini aldı eline. Diz kırıp oturdu.
Yıllarını verdiği eserdi bu. Belki bütün hayatını verdiği eser. Bitmek üzere. Yazılacak üç dört sahife kalmış. Yazılacak bu üç dört sahifeyi geciktirmiş şimdiye kadar. İçinde, yüreğinin gizli bir yerinde fısıldayan bir ses, dolaba her varışında, kâğıtlar eline değdiğinde “bırak sonra yazarsın, vakti değil” demiş. Ya bu akşam, günlerdir fısıldayan ses yok. Onu duymadı. Öyleyse her şey bitti. Hayatına benzeyen bu eser bittiğinde, her şey bitecek. Hayatı da. Onu hissediyor.