915. Birinci cihan harbi yılları. Haçlı ittifakının Osmanlıyı tarih sahnesinden silmek, Türkleri yeniden Orta Asya’ya göndermek için Çanakkale önlerinde birikmeye başladığı yıllar. Seneler boyu savaşlardan savaşlara koşturan, cephelerde kırılan Osmanlı, yeni bir savaş için bitkin, yorgun ve ümitsizdir.
Osmanlı coğrafyası perişandır! Savaş yaralarıyla sarılıdır bedenler, yürekler iğdiş, ruhlar tarumar edilmiştir. Tarlalar erkeksizlikten ekilememektedir. Açlık diz boyu, bakışlara yansıyan fukaralık acı kaderdir.
Yaşananlara razı gelmiş, tecelli edecek kaderini beklemektedir Anadolu.
Tarih şahittir; en zor zamanda, en umulmadık anda, en beğenilmedik kişiden kahraman çıkartmak, bu milletin genlerinde vardır. Bektiğinli Ali Dayı da bunlardan biridir. 63 Yaşında, yaşamının son baharında, dört oğluyla Çanakkale’ye gitmiş, “Vatan sağolsun! Yeter ki ümmet kurtulsun!” bilinciyle, gözlerini kırpmadan evlatlarını bir bir şehit vermiştir.
Aynı zamanda düşman bildiği Avustralyalı askerlere yüreğini açmayı bilen bir Anadolu insanıdır da o. Erdem yüklüdür kalbi. Yüreğinde sakladığı baba şefkati sadece oğullarına ait bir hazine değil, tüm insanlığa aittir. Köyünde, evinde misafir ettiği o Avustralyalı askerleri, yokluğa, fakirliğe, açlığa rağmen bilet alıp memleketlerine gönderecek kadar da insan sevgisiyle doludur kalbi.
Romanda, savaşların yüreklerde bıraktığı derin, çirkin izleri, suretlerde çizdiği matem bakışları, sinelerde oluşturduğu görünmez, iyileşmez yaraları, kazananı olmayan harplerin, hayatları nasıl hallaç pamuğu gibi alt üst ettiğini, ama umudun asla kaybolmadığını, her zaman, en imkânsız şartlarda bile var olduğunu göreceksiniz.
Anadolu kadının değişmez kaderini de okuyacaksınız eserde. Beklemenin, özlemenin, acı çekmenin hep kadınlara düştüğünü, ümit etmenin ne menem bir hastalık olduğunu da göreceksiniz. Sevdanın geçici bir aşk olmadığını, Allah’ın insan kalbine koyduğu güzelliklerden biri olduğunu okuyacaksınız.