Mevsim mart baslariydi. Karlar erimis, köyün yollari, bazi çukur ve gün görmez yerlerde, pis kokulu bir çamur yigini haline gelmisti. Dört yana kosusan tavuklarla çocuklarin saçtigi çamur, efendilerin ütülü külotlarina siçramis ve yüzlerini burusturmustu. Tekrar dügün evine döndüler, simdi bosalmis olan yari karanlik odada oturup köylerimizin medenilesmesi çarelerini bulmaya basladilar. Fakat on dakikadan fazla bu mevzuda duramadilar, sehir dedikodularina, maas, ücret, barem meselelerine geçtiler ve biraz sonra da uyuyuverdiler.
Deli Emine aksama dogru, yüzü keyifli bir gülüsle parlayarak köye geldi. Iste onun kiymeti böyle eninde sonunda anlasilir ve söhretine kapilip -Yeni Dünya-yi çagiranlar, nihayet ona muhtaç olurlardi. Arkasinda bir sürü merakli ile beraber odaya girince, evvela oturanlarin kibar kibar ellerini sikti, bir kösede kendisine hiç saklanmadan düsmanca bakan -Yeni Dünya-ya tepeden bir -boncur— firlatti, sonra bir kenara oturarak acele hareketlerle oyuna hazirlanmaya basladi.