İletişim teknolojileri, piyasanın kısa vadeli kâr arayışıyla durmadan gelişip yenileniyor. Her yeni iletişim aracı görme, işitme, konuşma, dokunma, düşünme duyularımızı ve yeteneklerimizi elimizden alıyor. Teknolojik aparatlarımız sayesinde dünyanın hakimi olduğumuzu düşünmeye bile başlıyoruz. Oysa daha az görüyor, daha az duyuyor, neredeyse hiç dokunmuyor ve düşünemiyoruz.
İletişim araçları, gerçekliği temsil pratikleri sayesinde bizi kör, sağır ve zihinsel özürlü haline getiriyor. Düşünmeyi medyatik gevezelik, görmeyi ve işitmeyi ise eğlence sanıyoruz. Dokunmatik ekranlar ve elektronik postalarla birbirimizle ilişkiye giriyor ve bunu yeterli buluyoruz. Kısacası, zihinsel ve düşünsel körelme ve yoksullaşma çağında tüm duyularımızı teknolojik araçlara devretmiş haldeyiz.
Tüm bu seyirsel şiddet ve düşünsel yoksulluk evreninin prototipi olan televizyon ekranından savaş, felaket, aile içi şiddet ve cinayet görüntüleri akarken kendi günlük yaşamımızı olağan akışı içinde sürdürüyor; ertesi gün yine tekrarlanacak olan felaketleri, savaşları ve cinayetleri seyretmek üzere hazır bekliyoruz. Televizyon ve İçimizdeki Şiddet genel olarak tüm iletişim araçlarının ama özellikle de televizyonun zihinlerimizi nasıl köleleştirdiğini, gerçeklik algımızı nasıl yitirdiğimizi ele alıyor.
Bu düşünsel ve duygusal köleliğe karşı çıkma zamanının çoktan geldiğini, bunun bizim elimizde olduğuna işaret ediyor. Televizyonun temsil pratiklerinin yarattığı duyusal ve düşünsel rahatsızlıkları merak edenler için az rastlanan tezlere sahip bir kitap.
Televizyon ve İçimizdeki Şiddet genel olarak tüm iletişim araçlarının ama özellikle de televizyonun zihinlerimizi nasıl köleleştirdiğini, gerçeklik algımızı nasıl yitirdiğimizi ele alıyor. Bu düşünsel ve duygusal köleliğe karşı çıkma zamanının çoktan geldiğini, bunun bizim elimizde olduğuna işaret ediyor. Televizyonun temsil pratiklerinin yarattığı duyusal ve düşünsel rahatsızlıkları merak edenler için az rastlanan tezlere sahip bir kitap.