Vaktiyle Mağrib’de Ebû’l-Hasen b. Harzehem nâmında herkesin sevip saydığı büyük bir âlim varmış. Bu zât İhyâu Ulûmi’d-Dîn’i okuyunca: “Sünnete muhaliftir; bid’attir bu” diyerek memlekette ne kadar İhya nüshası varsa, hepsinin toplanıp yakılmasını emretmiş. Halk derhal emre imtisâlen bulabildikleri bütün nüshaları getirmişler. Ve Cuma günü yakmaya karar vermişler. Cuma gecesi Ebû’l-Hasen bir rüyâ görmüş. Rüyasında câmiye girmiş ve câminin bir köşesinde bir nur parladığını müşâhade etmiş. Bir de bakmış ki, o nur Hz. Peygamber (s.a.v.)’dir. Yanında da Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer radıyallahu anh oturuyorlar. Bu arada İmam Gazâlî, elinde İhyâu Ulûmi’d-Dîn olduğu halde huzura gelerek “Yâ Resûlallah! Şu adam benim hasmımdır” demiş ve kitabı takdîm ettikten sonra ilâve etmiş: “Yâ Resûlallah! Bu kitaba bir bak. Eğer şu adamın dediği gibi bunda senin sünnetine muhâlefet ve bid’at eseri varsa, ben Hak Teâlâ’ya tövbe ediyorum. Sence makbul ve şerîatine muvâfık bir şey ise adalet iktizâsı hasmımdan hakkımı alarak beni şâd eyle.”
Resûl-i Ekrem (s.a.v.) kitabı alarak baştan sona bir göz gezdirdikten sonra: “Vallahi bu güzel bir şey.” diyerek Hz. Ebû Bekir’e uzatmış. O da aynı şekilde kitabı karışdırdıktan sonra: “Ya Resûlallah! Seni Hak Peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, bu kitap hakîkaten güzeldir” demiş ve kitabı Hz. Ömer’e vermiş. Ömer radıyallahu anh da kitaba bakarak aynı şeyi söylemiş. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) Ebû’l-Hasen’in soyulmasını ve müfterî haddi (cezâsı) olmak üzere şiddetle dövülmesini emir buyurmuş. Emri derhal yerine getirilmiş ve Ebû’l-Hasen’i dövmeye başlamışlar. Sırtına beş kırbaç vurulduktan sonra Hz. Ebûbekir rikkate gelerek şefâat etmiş ve “Yâ Resûlallah! Bu zâtın böyle yapması senin sünnetini tâzîm maksadiyle bir ictihadda bulunmasından ileri gelmiştir. Bunu af buyur.” demiş. Ebû’l-Hasen yaptığına pişman olup hatâsına tövbe etmiş. İmam Gazâlî de onu affetmiş. Ebû’l-Hasen bir daha ömrü boyunca İhyâ’yı elinden bırakmamış ona tazîmde bulunmuş. İmam Ebû’l-Hasen uykusundan uyandığı zaman rüyâsını arkadaşlarına anlatmış. Bundan sonra tam bir ay, vurulan yerleri sızlamış. Vefâtında dahî o kırbaç yerleri sırtında müşâhede olunmuş. İbn Subkî “Tabakat” nâm eserinde bu hikâyenin sahih olduğunu söylemiştir. Anlayana bu kadarı kâfidir sanırım.
“İhyâu Ulûmi’d-Dîn” yıllar önce Diyanet İşleri Başkanlığı müfettişi muhterem Ahmed Serdaroğlu tarafından tercüme edilmiş; Bedir Yayınevi tarafından da kemâl-i itinâ ile bastırılmıştır. Her iki tarafı candan tebrik eder; daha böyle nice faydalı eserleri neşir hususunda muvaffakiyetlerini Cenâb-ı Hak’dan niyaz ederim.