Bizler, kadere iman eden kimseler olarak, bu İlâhî takdire boyun eğmek ve istediğimiz nimetlerin sebeplerine teşebbüs etmek durumundayız. Ağaç dikmeksizin meyve istemek gibi, ibâdet etmeksizin ebedî saadet beklemek de takdire karşı gelmektir ve cezası, o nimetten mahrum kalmaktır.
İşte, bizim bilhassa üzerinde duracağımız kader, insanın kendi iradesiyle ilgili olan kısımdır. İkinci kısım olan ve insan iradesi dışında meydana gelen kaderin ise sebepleri insanlarca bilinmemektedir. Akıl mahlûktur, Hâlık’ını (yaratıcısını) ihata edemez kaidesince, insan aklı kaderin bu ikinci kısmına ait hikmet ve sırlara vâkıf olamaz. Bir insanın erkek veya kadın olması, dünyaya geldiği asır ve belde, ömür süreceği müddet, anne ve babasının kim olacağı gibi hususlar bu kısma misâl olarak verilebilir. Bu ve benzeri meselelerdeki İlâhî takdirin sırrını anlamaya zorlanmak insanı helâke götürür. Bu sırlar âhirette, adalet gününde bütün incelikleriyle görünecektir. İşte Peygamber Efendimizin (s.a.v.), “Kader husûsunda konuşmayın, zira kader, Allah’ın sırrıdır (sırrullah), Allah’ın sırrını fâş etmeye kalkmayın.”[3]
Hadîs-i Şerîfleriyle bizi uğraşmaktan men ettiği kader bu kısımdır. Yoksa, kaderin birinci kısmı üzerinde akaid âlimleri büyük mesai sarfetmişler ve eserler yazmışlardır.
[3]. Alâaddin Aliyyü’l-Müttakî İbn-i Hüsâmeddin el-Hindi, Kenzü’l-Ummâl, 1:132.